Yaşadıklarımızın gerçeğine neden bir türlü erişemiyoruz? Neden gerçek, yaşadığımız dünyada ışımasıyla kararması bir olanbir fotoğraf filmine dönüştü? Bu gerçeğin kırılgan tabiatından mı yoksa yaşadığımız dünyanın gerçeğe giderek kendinikapatan karanlık ahvalinden mi ileri geliyor?Bu sorular menziline doğru ne kadar çatallanırsa çatallansın şurası kesin: Yaşadıklarımızda ister dert edinmediğimiz isterpeşine düşüp yeter sebatla takip etmediğimiz için erişemediğimiz gerçek biz istesek de bizim peşimizi bırakmıyor:Bir ülkenin düzlüğüne dün dağlık bölgeler ve bu sonuncularına da içine dağılmış kaleler veya müstahkem mevkilerhükmederdi. Dün buralara haşin dincilik ve sofuluk perdesi altında “Hakikat diye bir şey yok, her şey mubah” yaygarasıyla‘ibahiye’ sancağının altında toplananlar yuvalanıyordu. Buraların cebir veya hileyle efendileri olmak, devlet içerisinde devletolarak varlıklarını sürdürmek bunların temel siyasi hedefiydi. Bu hedeflerine bağlılarının kör itaat ve bağnaz fedailiğisayesinde kralları desise veya korku ile dehşete düşürmek, düşmanlarına karşı katillerin eline silah vermek suretiyleulaşıyorlardı.Bugün bu müstahkem mevkilere kimler, hangi siyasi maksatlarla yuvalanıyor? Dünün ‘ibahiye’sinin yerini bugün kim, hangisloganlarla alıyor? Bu sloganlar nerede, hangi eller tarafından hazırlanıp tedavüle sokuluyor? Dün başımıza gelenleringerçeğini aydınlatmadan bugün başımıza gelenleri anlayamayız.Kitap bu ve benzeri soruları bir istikamet üzere düşündürmenin yanı sıra gizli cemiyetlerin zayıf hükümetlerde tehlikeli hattaölümcül tesirinin canlı bir tablosunu ortaya koyup dinin dizginsiz ihtirasın emellerine korkunç yataklığının ikna edici tasvirinisunmaktadır.