"Yaşam bir rüyadır uyanmak bizi öldürür" İnsan rüyalarıyla ikinci bir yaşamın konusudur. İlk bakışta tuhaf, anlamsız gibi duran birbirine zıt sayısız resim ve görüntünün birleşmesiyle bambaşka bir dünyanın kapıları aralanır. Uykudayken bizi hayretler içerisinde bırakan sebepler çoktur. Nasıl olur da kımıltısız bir vaziyette irademizi teslim etmişken, bu kadar çok hikâye ve konuşmayı dinler, hareketsiz bir bedenin her uzvundan masal kahramanları, düşman ve canavarlar yaratırız? Bilincin ikiye bölünmüş yerleri, görünmez bir bölgede bekleyen eğilimler, engellenen dürtüler rüyalarda hiçbir koşula bağlı kalmaksızın -bir felaketin aniden patlak vermesi ya da gelen müjdeli bir haber gibi- birden beliriverirler. Bazen kendimizden doğan bir yetersizlik veya bir mükemmeliyet halinin yansımasıdır bu. Rüyalardaki açıklık, doğruluk ve kendiliğindenlik çoğu zaman şaşırtıcı gelebilir. Zira bilinçaltının ülkesi rüyalardır. Orada her türden arzu ve hevesler serbest kalmış, engeller yok edilmiş, sınırlar silinmiştir. Fakat çoğu gece bu renkli gölgelerin oynadığı oyun unutulup gider. Rüyalar yorumlanırken, bir başkasına aktarılırken bile sıkı bir denetim uygulanır. Bazen her şeyi teslim alabilecek bir kuvvete ve duygu yoğunluğuna erişmişken, âdeta üzerimize akın eden bu duyguları, kâbusları, korkuları, mutlulukları bir filtreden geçirir, sınırlı ölçülerde anımsayabiliriz. Acaba şimdiye kadar kaç gece hangi mutsuzluk denizlerinde boğulduk, ufku, toprağı belli olmayan hangi ülkelerde yolculuğa çıktık, rüyalarımızda kaç kişiyi öldürdük ve kaç meçhul sevgiliye âşık olduk? Rüyaları anlamak, yorumlamak ve daha doğrusu mükemmelen tabir etmek isteriz. Mitolojiler, dinler, farklı psikanaliz ekolleri rüyaları çeşitli boyutlarıyla görmüşlerdir. Rüyaların geçmişe mi yaslandıkları yoksa gelecekten mi haber verdikleri, bir doğa olayı mı yoksa inancın bir parçası mı oldukları tartışılmıştır. Bilim beynin bir işlevi olarak tanımladığı rüyaları fizyolojide temellendirir. Din için rüyalar gelecekten haber getiren bir gece bekçisidir. Psikanaliz ise özneyi çözümlemenin bir yöntemi olarak faydalanır rüyalardan. Felsefenin rüya tanımındaki güçlüğüne bir örnek vermek gerekirse, bir kimse rüyaların ne tür bir anlam taşıdığına ilişkin yanıtı merak ettiğinde bu kesinlik arayışında tüm varlığının da başlı başına bir rüyanın konusu olabileceği ihtimalini göz önünde bulundurmalıdır. Nitekim Descartes'taki gibi benzer bir bakış açısı, rasyonel bir sistemin gerçekliğini kanıtlamak adına rüyaları karşıt bir yerde konumlandırır. Oysa rüyaların dilinde "bir rüya gördüm ve uyandım" sözüyle "uyandım ve her şeyin bir rüya olduğunu anladım" sözü birbirine tercüme edilebilir niteliktedir. Virginia Woolf'a atfen yaşamın bir rüya olduğunu ancak uyandığımızda fark ederiz. Bir rüyaya dalar ve bu âlemde her şeyin içinde bulunduğumuz gerçekliğe göre şekillenmesini isteriz. Tıpkı bir filmdeki rüya sahnesinin gerçek olay örgüsüne dönüştüğünde, o an kahramanla birlikte rahatlayıp film dışındaki tüm gerçeklikleri unutmamız gibi rüyalar da kendi dışındaki gerçeklikleri unutturmayı başarabilirler. Her halükârda tüm yaklaşımlar çok geniş bir semboller ağına takılan rüya dilini çevirmekte zorlanmışlardır. Rüya bahsinde hangi kaygılar öne çıkarsa çıksın bu karmaşık dili anlamak ve gerçeklik düzlemine aktarmak geniş bir işaretler sistemini okumakla mümkündür. Bu sayımızda da rüyalarla ilgili her biri farklı bir yaklaşımı temsil eden çalışmalara yer verdik. Genelde sıklıkla karşılaşılan yanılgı, tek bir açıklama modelinin geçerli kılınmak istenmesidir. Halbuki özneyi temsil eden ve çok yoğun sembollerle dolu bu sahada kendilik arayışı psikolojik olduğu kadar, tarihsel, kültürel ve sosyolojik birçok sebeple, kaygıyla, beklentiyle, hayalle iç içedir. Ve bunun en güzel kanıtını da kendi rüyalarımızda buluruz. -Taşkın Takış-