"Bir gün gelecek, ben hayal zannettiğiniz bütün bu devrimleri başaracağım. Bağlı olduğum millet, bana inanacaktır. Düşündüklerim hiçbir demagoji ürünü değildir. Bu millet, gerçeği görünce, arkasından duraksamaksızın yürür. Dava uğrunda ölmesini bilir. Saltanat yıkılmalıdır. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılmalı, Doğu uygarlığından benliğimizi sıyırarak Batı uygarlığına aktarılmalıyız. Kadın ve erkek arasındaki ayrımlar silinerek yeni bir sosyal düzen kurmalıyız. Batı uygarlığına girebilmemize engel olan yazıyı atarak Latin kökünden bir alfabe seçmeli, kılık kıyafetimize kadar, her şeyimizde Batılılara uymalıyız. Emin olunuz ki, bunların hepsi bir gün olacaktır."Mustafa Kemal, 1906 Yerleşik sosyofiziğin alt üst olduğu bir dönemin seçilmiş travması olan Harf İnkılâbı ile eş zamanlı olarak uygulamaya konulan inkılâpların neden olduğu devrim yaraları, bu yaralara sebep olan sembollerin sosyokültürel yaşamdaki gerçek hacminden bağımsız bir şekilde travmatize olmuştur. Harf İnkılâbı’nın ‘ulusu’ aydınlığa çıkardığı yahut tam tersine ‘milleti’ bir medeniyetin kültürel birikiminden mahrum bıraktığına dair değerlendirmeler, hiçbir zaman sadece söz konusu inkılâbın kendisiyle ilgili olmamıştır. Aslında yas süreçlerinde yaşanan travmaların, tarafların şimdiki zaman kazanımlarına etkisinden bağımsız olmayan bu değerlendirmeler, büyük yıkımlardan yara alan toplumların kolektif bilincinde çeşitli boyutlarda görülebilen marazlardan kaynaklanmaktadır. Harf İnkılâbı’na dair retorik, geçmişinde büyük yıkımlar ve yeniden ayağa kalmak için gösterilmiş kolektif fedakârlıklar olan toplumların, 'devrimci kriz' dönemlerinin ardından farklı geçmiş zaman sembollerine yükleyerek taşıdığı devrim yaralarından beslenmektedir. Bu zeminde Devrim Yarası adlı bu kitap, müsebbibi bir asır önce gerçekleştirilen bir harf değişikliği olarak gösterilen karmaşık bir hafıza kaybı ve travmatik bir geçmiş zaman tutulması yaşayan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecini Travma Sosyolojisi bağlamında ele almaktadır. Erken Cumhuriyet Dönemi sosyokültürel inkılâplarının, hedef aldığı tüm kurum ve kavramlarla birlikte ‘toplumsal bellek kaybı’ bağlamında yeniden ele alınmasıyla, ‘yitirilmiş cennet’ ya da ‘terkedilmiş cehennem’ gibi birbirinden çok farklı hatırlamaların miladı olan bir döneme dair, sosyopsikolojik açıdan yüzleştirerek iyileştiren kolektif bir ‘katarsis’ zemini sağlanması umulmaktadır.