Size bir hikâye anlatılıyor bu kitapta; Şehirlerin kaldırım taşlarının arasına sıkışmış, toprağa hiç erişemeden, yeşerip, filizlenip göğe doğru hiç yükselemeden kurumuş, ufalanmış, toza dumana karışmış çocukların öyküsü. Hissizce önlerine attığımız demir paralarla, demirden adamlara, kadınlara çevirdiğimiz evlatların hikâyesi… “Lakin önce, Bir gece vakti, en ürperdiğin anda ışıkları kapat, kapat ki karanlığı anla! Ciğerlerini donduran bir ayazda soyun, soğuğu bir güzel tanımla. Atma o doyurucu son lokmayı ağzına, gerçek açlığı hatırla! Gör, hisset, anla… Ama korkma!” diyor yazar. “Biz seninle istersek, tohumu toprağa kavuşturur, yağmuru üstüne indirir, yeşil filizleri göğe doğru yükseltiriz. Size bir hikâye anlatacağım. Uyan ey şehir! Paylaşacak koca bir hikâyemiz, kuracak sıcacık bir hayalimiz var” diye de ekliyor. Korkmuyor ve üşümüyordu. O gecenin masalında, annesinin kollarında kalıp, uyur uyanık eski hayallere kapıldı. Annesi, Muzo, Vedat, Aslı, Saime Teyze, ıhlamur, yeşil sabun kokusu, hayaletli gardrobu, çatısı damlayan eski evi, içindeki kırık penceresi… Sahi, kanamamış mıydı hâlâ içi?