“Bir sürüngen veya köstebekken karanlık ve soğuk deliklerin içerisinde çoktan bir cesede dönüşmüş hâlde saklı uzanırım.Ama aynı zamanda yuvanın veya yaşam kaynağının nemli toprağında ve kuru kayalarındayım, buralara karışan ağaçkökleriyim. Aynı zamanda çimen, fare, ağaç kabuğu, boğa, arı, glayöl çiçeğiyim.Bitkiler âlemi gibi hareketsiz, hayvanlar âlemi gibi canlı, element kadar ilkel… çözülmüş, sıvılaşmış ve dönüşümün çekiç vefırınıyla dövülmüş ben, diğer şeylerden ve dünyadaki diğer insanlardan başka bir şey değilim. O zaman ancak o zamananlıyorum.”Bilginin kökeni bedendedir. Sadece özneler arasındaki bilgi değil nesnel bilgi de ondadır. Beden kendi biçimini,görünümünü, hareketini, yönelimini alana kadar, duruşuyla bir dansa katılmadan hiç kimseyi ve hiçbir şeyi bilemeyiz.Bedenin taşıdığı duruşların muazzam hazinesini kim sayar? Bedensel belleğin derinliklerinde yer alan bu yer haritalarındandaha değerli ne olabilir? Kim deney yapar? Beden. Kim icat eder? Beden. Peki, kutsal sezgi onu yıkayıp havayakaldırdığında kim melek sarhoşluğunda yüzer, koşar ve uçar? Beden, evet, yine beden. Çıplak beden.Fransız filozof Michel Serres bu eserinde bizleri, beden ve doğa üzerine yaşantıyla ördüğü bir düşünüme davet ediyor.