Bu çalışma Cemâleddin Aksarâyî’nin (ö. 791/1388-89) Kitâb-u Redd-i Şerh-i Mecmai'l-bahreyn adlı eserinin tahkik ve tahlilini yapmayı amaçlamaktadır. 1071’de Anadolu’nun fethiyle birlikte gerek Hanefî gerekse Şâfiî mezhebine mensup birçok fakih çeşitli gerekçelerle Anadolu’ya göç etmektedir. Onun yaşadığı dönem Anadolu’da beyliklerin etkin olduğu bir zaman dilimidir. Bazı kaynakların verdiği bilgiye göre Aksarâyî de meşhur müfessir ve Şâfiî fakihi Fahreddin er-Râzî’nin (ö. 606/1210) dördüncü kuşak torunlarından biridir. Bu ailenin Osmanlı Devleti’nin fıkıh ve tasavvuf geleneğinin oluşmasında önemli bir yeri vardır. Zira Osmanlıların meşhur âlimlerinden Molla Fenârî (ö. 834/1431), Aksarâyî’nin talebesidir. Meşhur Osmanlı şeyhülislâmı Zenbilli Ali Efendi ve ileri gelen birçok meşâyıh Aksarâyî’nin torunları arasındadır. Aksarâyî’nin dönemin birçok devlet adamıyla münasebeti vardır. Meselâ Amasya emiri Hacı Şâdgeldi Paşa (ö. 783/1381), Karamanoğlu Alaaddin Bey (1361-1398) ve Sultan Yıldırım Bayezid (1389-1403) bunlar arasında sayılabilir. Nitekim Zemahşerî'nin (ö. 538/1144) Keşşâf’ına yazdığı hâşiyesini Osmanlı vezirlerinden Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa’ya (ö. 789/1387) ithaf ettiği, Ahlâk-ı Cemâlî adlı eserini de Yıldırım Beyazıd’a takdim ettiği bilinmektedir.Aksarâyî, Hanefî mezhebinin yaygın ve etkin olduğu Amasya, Konya ve Aksaray’da müderris ve kadı olarak görev yapmıştır. O, Hanefîlerin muteber dört metninden biri haline gelen Muzafferüddin Ahmed b. Ali Sa’leb İbnü’s-Sââtî’nin (ö. 694/1295) Mecmau’l-bahreyn adlı eserine yazdığı şerhine Hanefîlerin birçok görüşünü tenkit etmek üzere reddiye yazmıştır. Bu eser mezheplere dayalı fıkıh anlayışı yerine delile tabi olmayı önceleyen yaklaşımların bahse konu dönemlerde de varlığını ortaya koyan eserlerden biridir.Kitabın yazma eser kütüphanelerinde iki nüshası tespit edilmiştir. Tahkikte esas alınan nüsha 772/1370’te yazılan “Kitâb-u redd-i Şerh-i Mecmai’l-bahreyn” adlı nüshadır. Diğeri de Hâşiye Şerh-i İbn Sâatî li-Mecmai’l-Bahreyn adlı nüsha ise 775/1373 yılında istinsah edilmiştir. Yani her iki nüsha istinsah edildiğinde müellif henüz hayattadır. Bu reddiye, İlm-i hilaf türünde Anadolu’da yazılan nadir çalışmalardan biridir. Zira sonraki dönemlerde Hanefî mezhebine yönelik esaslı eleştiri yönelten bu tür eserlere rastlanmaz. Ayrıca Türk devletlerinin çoğunlukla Hanefî mezhebini önceleyen siyasetleri dikkate alındığında Hanefîliğin hâkim ve etkin olduğu bir muhitte yazılmış olması da dikkat çekmektedir. Dolayısıyla bu eser daha önce yapılan ilm-i hilâf tartışmalarının Anadolu’daki devamı olduğu, diğer taraftan Mısır’da o tarihlerde yapılan mezhep üstünlüğü tartışmalarının da öncüsü olduğu söylenebilir.