1877-1878 Osmanlı–Rus savaşı sonrasında imzalanan Berlin Antlaşmasıyla Balkan Dağlarının kuzeyinde Babıâli'ye bağlı bir Bulgaristan Prensliği kurulmuş, takip eden yıllarda, Doğu Rumeli Vilayetinin ilhakı (1885) ve Balkan Savaşları ile sınırlarını genişleten Bulgaristan biranda birçok Türk'ü barındırır hale gelmiştir. Bulgaristan'ın ulus ve devlet yapılanması süreci bu ülkedeki Türklerin durumunu derinden etkilemiştir. Yeni kurulan Bulgar Devleti, Bulgarların Osmanlı idaresi altında kaldıkları süreyi “500Yıllık Esaret” olarak nitelendirmiş ve Türkleri, Bulgar halkının siyasal, ekonomik ve kültürel geri kalmışlığının baş sorumlusu olarak göstermiştir. Buna paralel olarak Bulgarlar ulus/devletlerini oluşturma sürecinde Osmanlı / Türk /Müslüman karşıtlığını Bulgar kimliğinin temel unsuru olarak kullanmışlardır. Sonuç olarak Türkler 'baş öteki' olmuşlar ve bunun sonucunda çeşitli baskılara maruz kalmışlardır. Tarih boyunca Türk azınlığın niteliği ve niceliği, daha homojen bir Bulgar ulusu yaratmak için siyasi irade tarafından baskı yoluyla değiştirilmeye çalışılmıştır. Türklerin siyasi, dini ve kültürel haklarında çok ciddi kısıtlamalara gidilmiştir. Böylece Türklere başlıca iki seçenek bırakılmıştır: Zorunlu asimilasyonu kabul edip milli ve dini kimliklerinden vazgeçmek ya da Bulgaristan'ı terk etmek. Tarih boyunca Türkler ikinci seçeneği kabul etmiş ve Bulgaristan Türklerinin “Göçler Tarihi” halini almıştır.