Kader’i ebedi yurduna uğurladıktan sonra mezarlıktan herkes ayrılmış yalnız orada siyah bir gölge kalmıştı. Mezarın başından bir türlü ayrılamayan bu gölge Belma’dan başkası değildi. Belma bir yandan elleriyle toprağı okşuyor bir yandan da gözyaşlarıyla “Affet beni Kader!” diye yalvarıyodu. Belma sanki orada donmuş kalmıştı. Neden sonra omzuna dokunan bir elin varlığını hissetti. Bu Ali’den başkası değildi. Onu her yerde aramış, en son buraya gelmişti. -Hadi artık gidelim Belma, dedi. Belma Ali’ye döndü. Gözlerine bakmadan, -Ali, sana bir gerçeği söylemem lazım, dedi. Ali şaşırdı: -Ne gerçeği Belma? -Bunu söylemezsem rahat edemem. Kader’in sana gönderdiği mektup var ya… -Ne olmuş mektuba? -Aslında onu ben yazmıştım. Seni ona kaptırmamak için onun yazdığı mektubu yırttım, kendim yeniden yazdım… Ali daha fazla dinleyemedi. -Sus Belma, lütfen sus! Ali arkasını döndü, yavaşça köye doğru yürümeye başladı. Belma arkasından sesleniyordu: -Ali!.. Ancak, Belma’nın sesi karanlığın derinliklerinde parçalara ayrılıyor ve her parçası kuru bir yaprak gibi savrulup gidiyordu…