O, ben değildim. Elektriğin gittiği bir akşam, mum ışığında Sümeyra için yazıyordum… Yuvarlak tahta masanın üzerinde yanan sönük mum alevi, üzerindeki lambayla göz göze gelmişti. Onları gördüm. O ikisinin birbirlerine nasıl baktıklarını. Mum, pabucu dama atılmış, eski ilgiyi göremeyen evin büyük çocukları gibi nefretle bakıyordu tepesinde birden yanıveren beyaz florasana. Masum bir çocuk gibi ağlamak üzereydi sanki. Ağlasa alevleri sönecek, bir daha ihtiyaç olsa bile kullanılmak istenmeyecekti. İçine akıttı göz yaşlarını. Tam da işe yarayacakken, rutubetli kasvet çökmüş kilerden zar zor bulunmuştu oysaki. Biraz hava alma şansı yakalamışken bu kadar çabuk eski yerine gidecek olması çok üzücü olmalıydı. Bir an, eriyip tükenmeyi arzuladı. Tekrar atılmak istemiyordu o karanlık, kimsesiz komidinin en alt gözüne. Bulunamamayı, yerinin ezbere hatırlanamamasını kaldıramazdı kalbi. Üzerinde durduğu çay tabağına macun gibi akmayı istedi. Buna da gücü yetmiyordu. Kendi ısısı onu eritemezdi çünkü. Diri diri üzerine toprak atılarak öldürülen kor ateşler gibi üfleyerek söndürdüm hayalimi ve mumun alevini.