Hayat her geçen gün daha da karmaşık ve istikrarsız hale geliyor. Beşeri münasebetlerde hiçbir şeyin derinliğini ölçemiyor, en yakınımızdakiler de dahil olmak üzere kanaatlerimizde sürekli gelgitler yaşıyor, biteviye hayal kırıklığına uğruyoruz. Sonunda bu hayal kırıklıklarından yorulmuş olarak içimize döndüğümüzde kendimizi hecelerken buluyoruz: Nasıl yaşamalıyım ki her işimde sürekli hüsran kaderim olmasın, attığım her adımda hep pişmanlık kapımı çalmasın? Bu soru ile birlikte idrak etmeye başlıyoruz ki hayatımızı bu kadar sallantılı ve çalkantılı hale getiren her türlü ölçü ve ilkeyi bir tarafa bırakarak nicedir tuttuğumuz keyfimize göre yaşama yoludur. Sonunda çok pahalıya mal olsa da öğreniyoruz ki yaşamak şakaya gelmeyecek kadar tehlikeli bir işmiş. Şimdi gerek bu derinlikler, gerekse sık sık uğradığımız pişmanlık ve hayal kırıklıkları hakkında kısa ve özlü deyişlere, bu sallantılı ve çalkantılı hayata inat değişmez ve sarsılmaz hayat düsturlarına ihtiyaç duyduğumuzu kimselere söyleyemesek de kendimize itiraf ediyoruz. Hatta bu kadarı bile değil, hayatın pahalıya öğrettiklerini tecrübe haline getirip ders edinmenin yollarını aradığımızı görüyoruz. Kitap, kapağındaki isimden de anlaşılacağı üzere hem bu dersleri hem de kadim zamanların hayat bilgeliklerini kapakları arasına derç ettiği iddiasında. Schopenhauer onu bu hüviyetiyle ‘sürekli başvurulacak bir elkitabı, bir hayat yoldaşı’ olarak takdim etmekte, Nietzsche onu Avrupa düşüncesinde bu sahada emsaline rastlanmayan bir ‘muvaffakiyet’ olarak selamlamakta.