“Beyaz Diş, sevginin ne olduğunun bilincinde olmasa da kendisi de bu değişimi fark etmeye başladı. Varoluşunda bir boşluk yaratarak belli ediyordu kendini. Acıkan, sızlayan ve özlem duyan bir boşluktu bu. Doldurulmak için feryat ediyordu. Canını acıtan ve rahatsız eden bir duyguydu ve sadece tanrının varlığına temas edince dinmesi mümkün oluyordu. Böyle anlarda sevgi onun için bir keyfe, dizginlenmeyen nefes kesici bir tatmin duygusuna dönüşüyordu. Fakat tanrısından uzak kaldığında acıyı ve rahatsızlığı yeniden hissediyordu; içindeki boşluk nüksediyor, ıssızlığıyla onu köşeye sıkıştırıyor ve açlığı büyüdükçe büyüyordu.” Jack London bu eşsiz eserinde, hayvanların kendi dünyalarına ve insanlara nasıl baktıklarını bir köpek ve kurt kırması olan Beyaz Diş’in gözünden anlatıyor. Beyaz Diş’in vahşi doğada başlayan hikâyesi, tanrı olarak adlandırdığı insan-hayvanlarla karşılaşmasından sonra değişik bir yol alıyor. Roman, vahşi hayvanların ve insanların farklı derecelerdeki şiddet dolu dünyalarını incelerken ahlak, kefaret ve sevgi gibi kavramlara değiniyor.