Yetimhanede büyüyen Sıla ile Kaya birbirlerine âşık olup evlenmeye karar verdiklerinde elbette böyle bir son hayal etmemişlerdi. Gel gör ki hayatın onlara neler sunacağını kimse bilemezdi. Onlar da herkes gibi yaşayarak gördüler bunu. Gerçek hayat, hiç de öyle hayallerindeki kadar kolay ve eğlenceli olmayacaktı, olmadı da. Nihayet günün sonunda Kaya, âşık olduğu kadından gitti gitmesine de ne o gitmek istedi ne de Sıla, o gitsin istedi. “Gitme”nin travmatik hezeyanını kaleme alan yazar; gitmeyi, alışık olmadığımız bir dille şöyle tanımlıyor kitabında: - Gitmek, hazırlanarak yapılan bir eylem değildir. İnsan, gitmek için hazırlanmaz. Bir travmadır o, hüzündür, yastır; gitmek karadır, bahttır. Ayrıca birdenbire de gitmez insan. Birikir önce ağzına kadar dolar, taşar da öyle gider. Üstelik apar topar da değil, her gün azar azar gider ama bir gün, dönme ihtimaline karşı tüm yolları ve hatta bütün hatıraları, görünmeyen bir odanın içinde ateşe verir de öyle gider insan. Sonra mı? Sonra ondan geriye kalan ne varsa kül olup uçsun ister ve o an anlar insan, anlatır gittiğini, bir daha da asla dönmeyeceğini. Deniz Erkin Purut, gerçek hayattan alınmış bu ilk romanında; okuyucusunu, hayal iklimin bitmeyen duygu mevsiminde, onurlu üç insanın hayatına doğru tek yönlü bir biletle yolculuğa çıkarıyor. İyi yolculuklar… Lovely Book