Salgın, savaş, depremler, orman yangınları, su baskınları… Felaket üstüne felaket yaşıyoruz. Her felaket beraberinde büyük kayıplar, büyük bir yıkım yaratıyor. Karşı karşıya geldiğimiz her durumda olduğu gibi, felaketler söz konusu olduğunda da ülkemizde toplumun refleksi ile devletin refleksi birbiriyle ayrışıyor. Felaketin türü ve boyutu ne olursa olsun, toplumun geniş kesimleri büyük bir atılganlıkla felaketin toplumsal sonuçlarını hafifletecek, felaketten zarar gören kesimlerle dayanışma geliştirecek bir duyarlılık ve seferberlik içerisine giriyor. Devlet ise risk yönetimi konusunda tümüyle hazırlıksız olduğu gibi, olanaklarını doğru biçimde seferber edebilme konusunda da büyük bir zafiyet yaşıyor. Felaketin sonuçlarını daha da ağırlaştıran bu zaafı bastırabilmek içinse kalabalık olay yeri ziyaretleri, abartılı halkla ilişkiler şovları ve kenarda bekliyormuşçasına hızla ortaya çıkartılan TOKİ projeleri yürürlüğe sokuluyor. Bu durum öyle bir kampanyaya ve ekonomik çevrime dönüştürülüyor ki, felaketler siyasi iktidar açısından arzu edilen, çağrılan olaylar haline dönüşüyor. Ayrıntı Dergi’nin bu sayısında, sıklığı ve tahribatı giderek artan felaketler ve kapitalizmin bu felaketleri kendisi açısından nasıl “kullanışlı” haline getirdiği üzerine tartışma yürütüyoruz