Bu kitap Türkiye’de yeni yeni tartışılmaya başlayan, ama uluslararası alanda özellikle de Avrupa’da uzun süredir gündemde olan azınlıklar konusunu ele almaktadır. Modern devletlerin ortaya çıktığı on yedinci yüzyıldan beri önemli bir gündem maddesi olan azınlıklar, Doğu Blokunun çöküşüyle birlikte yine aktüel bir uluslararası sorun haline geldi. Ama bu kez sadece basit bir istikrarsızlık unsuru olarak değil, aynı zamanda ulus-devletin geleceğini ilgilendiren bir konu olarak tartışılmaya başlandı. Bu tartışmada şu sorunlara cevap arandı: Acaba eskiden imparatorlukları parçalamanın, irredentist politikaların veya içişlerine karışmanın aracı olan azınlıklar, şimdi ulus-devletlerin dış dinamiklerle dönüştürülmesinin (demokratikleştirilmesinin) bir aracı mıydı? Öyleyse, bu gerçekleştirilirken azınlıkların devletleri bölmesinin önüne nasıl geçilebilirdi? Ya da bunun önüne geçmek gerekli mi? Azınlıkların belli şartlar altında ayrılma talepleri meşru görülebilir mi? Bunlar gibi sorular, sorunu en canlı biçimde tüm boyutlarıyla yaşayan ve eşzamanlı olarak ulusüstü yapılanmaya giden Avrupa’da azınlıkları tanıma-koruma-teşvik etme yelpazesi içinde bir yaklaşımın benimsenmesine yol açtı. Azınlıkların korunmasını ulus-devlete karşı ulusaltı (azınlık) ve ulusüstü (AB) birimler arasında bir ittifak olarak algılayan ve ulus-devletin kurgusal yapısından vazgeçmek istemeyen kimi devletler bu yaklaşımın dışında kalmaya çabaladıysalar da, asimilasyon politikalarının başarısızlığı, ulusüstü yapılanmanın cazibesi, insan haklarının gücü ve demokrasinin gereği olarak onlar da bir biçimde azınlıklarını tanıma/koruma eğilimi içine girdiler. Şimdi merak edilen soru, bu sürecin ulus-devleti ve tabii dünyayı nereye götüreceğidir. Ulus-devletler parçalanarak ortaya çıkacak üç-beş bin etnik-devletli kaotik bir dünya mı, yoksa demokratikleşen devletlerden oluşan daha istikrarlı bir dünya mı?