“Toplumlar aykırı olanların karşısında kendilerini her zaman meydan okunmuş, tehdit altında ya da korunmasız hissettiklerinden, tüm ilgilerini ve şüphelerini onlara yönlendirip sonunda düşmanca takibe alırlar.” Suçlu gençlerin ıslah edildiği bir adada yaşayan Siggi Jepsen’e, Almanca dersinde “görev tutkusu” konulu bir kompozisyon ödevi verilir ama Jepsen defterini boş teslim edince cezalandırılır. Ancak Siggi’nin başarısızlığının nedeni, bu konuda anlatacak hiçbir şeyinin olmaması değil, tam tersine çok şeyinin olmasıdır. Bu ödevle birlikte anıları su yüzüne çıkan Jepsen, Nazi Almanya’sında geçen çocukluğunu anlatır. Kasaba polisi olan babası, Nazilerin yozlaşmış sanat dediği dışavurumcu resimler yapan ressam Max Ludwig Nansen’i resim yapmaktan men etmek ve yasaya uyup uymadığını denetlemekle görevlendirilir. Polis memuru yüksek görev bilinciyle, kendisine verilen emri ne pahasına olursa olsun yerine getirecektir, öyle ki görev tutkusu savaşın bitmesiyle bile son bulmayacaktır. Siegfried Lenz 1968’de yayımlanan, savaş sonrası Alman edebiyatının en önemli eserlerinden sayılan ve 2019’da aynı isimle sinemaya uyarlanan başyapıtı Almanca Dersi’nde bireysel sorumluluklarla görev bilinci arasındaki çelişkiyi inceliyor, görev tutkusunun takıntıya dönüştüğünde ne kadar tehlikeli bir hal alabileceğini gösteriyor. “Son yıllarda Almanya’da yayımlanmış en derinlikli hayal gücüne sahip, düşündürücü romanlardan biri.” Library Journal #almanedebiyatı #ikincidünyasavaşı #sanat #çocukluk #itaat