Âdem Ademoğlu kitaplarla ve kitaplarda yaşayan, ismiyle müsemma bir avare. Okuyor, yazıyor, ara ara kitaplarla ilgili işlerde çalışıyor, oradan oraya savruluyor – bir “âdem”den ötekine, bir “adem”den diğerine bürünüyor... Bir başına kalınca boşluk muammasına uyanıyor. Ama acaba hep orada mıydı boşluk? Bu sorunun peşinde, kendisiyle ve başkalarıyla boşluğa dair her telden muhabbetlere koyuluyor. Hikâyesinde yol aldıkça çoğalan boşluklar onu umulmadık bir keşfe götürüyor. Ve bu arada neler neler oluyor... İşte onları okur ile yazarın, kahraman ile anlatıcının iç içe geçtiği bu metnin dolambaçlı satırlarında bulacaksınız. Âdem Ademoğlu’nun Boşluğu çokyazarlı olduğu kadar yokyazarlı, çoközneli olduğu kadar yoközneli, roman olmaya yaklaşıp uzaklaşan, denemeye meyledip kurmacada eğleşen, çoküsluplu, türlerarası bir metin. İlk kitabı Anakronik’te yekpare bir dil ve anlatı kuran Oğuz Tecimen yeni kitabında parçalı ve oyuncu bir anlatı yaratıyor. "Herhalde üç beş gün önce –artık her biri birbirinin nüshası olan günleri sayamaz olmuştum– gecenin geç vakitlerinin sessizliğinde, bilmem kaçıncı defadır oturduğum ve içimdeki soledad sonora’ya gark olduğum boşluk tefekküründen sonra, bitkinlikten uyuyakaldığım kısa sürede gördüğüm bir rüyada Boşluk adlı bir romanın anakarakteriydim. Fakat sert zemine uzanıp durduğum ölü postüründe yarı trans hâlinde uyuklarken, kedim Djemo’nun tramplene basar gibi üstümden sekmesi üzerine can havliyle uyandığımda, vücudumda oluşmuş sanki ötedünyaya gidip gelmenin yarattığı tekinsiz kamaşma rüyaya dair bütün imgeleri silmişti ve geriye sadece bu isimde bir kitabın anakarakteri olduğum bir anafor hissiyatı kalmıştı.”