Devletin ne zaman, nasıl ve daha da önemlisi niçin ortaya çıktığı bitmeyen bir tartışma konusu. Genellikle dünya/insanlık tarihinin kronolojik olarak ele alındığı literatürde, temelleri 1819. yüzyılda atılan Avrupa/Batımerkezci paradigmanın dışına da pek çıkılamıyor. Öyle ki, bir yerden sonra radikal eleştiriler bile aslında kendi uygarlıklarının daha önce ya da daha iyi yol kat ettiğini gösterme çabasına dönüşüyor. Oysa “insanlık tarihi” aslında “evrensel sorunlar”a verilen “yerel” yanıtlardan ibaret. Ve her bir yanıt da yaşam ve üretim biçimine koşut geliştirilen güvenlik ve üretim araçlarının sahipliği çerçevesinde şekillenmiş. Ortak ya da benzer çıkarları olanlar iç ve dış dinamikler arası itip çekmelere göre farklı ölçek ve niteliklerde örgütlenme birim ve biçimleri kurulmuş. Yeni koşullara daha iyi adapte olanlar yükselirken, eski koşulların ürünü olanlarsa zamanla dağılmış. Dolayısıyla, tüm ilgili değişkenlerin birlikte şekillendirdiği biçimsel farklılıklar bir yana, özü itibariyle farklı ve dolayısıyla daha üstün ya da aşağı herhangi bir “uygarlık” olduğunu söylemek zor. Nihayetinde göçer avcıtoplayıcı, çiftçi yerleşik ve kandaş yarıgöçer gibi başlıca yaşam ve üretim biçimlerine göre şekillenip çöken tipolojik örgütlenme biçim ve birimleri söz konusu. Bu çalışmada ilksel örnekleri üzerinden ele alınacağı gibi…